Hüseyin ÖZBAY
Sening günahingni yuvsin köz yaşim
(Rauf Parfi)
Rahmetli Rauf Parfi(Rauf Eke), Vietnam şiirinde, “Köz öngimde öleyatgan adam menmen(Gözümün önünde ölen adam benim.)”der. Bu duygu BANA, Necip Fazıl’ın “Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm/ Bana gelince de böyle gelecek ölüm.”mısralarını hatırlattı.
Onun ebediyete göçünü Bişkek’te öğrendim. İmkan varken çaresizliğin, yakınken uzak kalışın yoğun ve derin acısını yaşadım.
Başkaları için yaşadı, ömrünü adadı ve başkaları için öldü o. Onu Türkçenin 1.Uluslararası Şiir Şöleni için geldiği Bursa-Uludağ’da tanıdım. Kendisiyle ilgili derme çatma bilgilerim vardı. Türkiye Türkçesiyle yayımlanan bir iki şiirini de okumuştum. Bursa’da teleferiğe binip Uludağ’a çıkana kadar da onunla ilgili beni şaşırtan ve biraz da hayranlığımı celbeden bilgilerim oldu. Biraz da bu ön bilgilerin merakıyla olsa gerek Ali Akbaş’la biirlikte Uludağ’da Şölen boyunca hep yakın çevresinde olduk. Türk Dünyasının şairleri ilk defa yanyana gelmişlerdi. Büyük bir merak ve heyecan içindeydik. Diğer faaliyetler arasında Türkiye dışında üç şaire ödül verilecekti. Kendisi hakkında duyduklarım ve öğrendiklerim bir yanda büyük bir şair olduğu hâlde hiç yüksünmeden ödüllerden birinin Erkin Vahidov’a verilmesini savunup alkışlayınca onun ne kadar asil, ne kadar cömert, ne kadar güzel bir insan olduğunu sevinç ve hayranlıkla yeniden hissettim.
Sonraki yıllar onunla hiç görüşemediğim hâlde sanki hep onun yanındaydım. Kutlu Doğum Haftası için düzenlenen ödüllü şiir yarışmasına katılmak istemediğini Töre <mirza dostumuz anlatınca Mehmet Akif’in aynı gerekçeyle İstiklal Marşı yarışmasına katılmadığını hatırladım ve ürperdim.
Bu güzel insan heyecanlı ve hasbi şiir sevdalısı ve Türkistan âşığıydı. Şiirin ve Türkistan’ın deliysiydi de denilebilir onun için. Bir kemik, bir deriydi. Sanki Altın Kalkan gibi maddesi azaldıkça muhabbeti çoğalıyordu. Küçük, ince, uzunca ve kemikli yüzünde seyrek sakalı mütenasipti. Çok şey yaşamış ve yaşamakta olan içinde hüzün taşıyan bir hareket adamı imgesi vermişti bana. Hayallerini, hakikatlerini, hüzün ve sevincini bütünüyle şiirine yansıttı. Onun şiiri, macerasının ve hüznünün coğrafyası ve albümü gibiydi. Hatıraları; yoğun, rüyamsı ve estetiktir. Hep ileriye dönük yaşadığı hâlde maziden çarpanları, bilinçaltının derinliklerinden zaman zaman çıkarıyor ve onlarla davalı geleceğinin şuuruna büyük ve asil bir sanatçı iradesiyle derinyik kazanıyordu. Bunun içindir ki “Göklere yetmeyen nâlem gençlığım/ Suya çöküp giden balam gençliğim”der. Yine bunun içindir ki “Gençlik mavi fasıl/Geçti, sarardı/ Döküldü o/Şefkat bilmez bergrezân” gibi “âhlı mısralar”ı daha yirmi yaşlarındayken söyledi, o.
Yaşanmamış, talep edilmemiş duyguların sahte duyguların fosilleşmesini yaşadık. Hakikat karıştı. Sahihle yalanın, hayalle hakikatin karışıp bulandığı bir yerde değerleri, madrabazlara karşı korumanın ağır dilemmasını yaşayageldik. Hamaset dünyası da kıymeti harbiyesini büyük oranda kaybettiği için ideolojik boşluk, değer tanımazlık hatta gizli açık “hiççilik” hâkim oldu. En sakınmamız gereken üç değerimiz; “vatan, millet, Sakarya”alaya alındı ve hatta “ boş söz” derekesine düşürüldü. Vatanın, milletin ve Sakarya’nın için boş nutuklarla tüketilmesi fâciadır. Hakikatle sözün arasını açanların sebep oldukları anlam ve duygu körleştirilmesinden rahatsız olan Cemil Meriç, kelimeleri yeniden tarif edip yerlerine oturtmak için ne zahmetlere katlanmadı ne eziyetler çekmedi. Bu ve benzer sebeplerle temanın kendisi değil perspektif yaklaşımlar öne çıktı. Bu rahatsız edici belirlemeyi Türkiye okuyucusu Parfi’nin Türkistan’ı için de “vatan, millet, Sakarya”demesin diye özellikle yapıyorum.
Parfi’nin perspektifi de niyeti de, hayalleri de değerleri bir nema olarak kullanıp onu tüketim malzemesi derekesine düşüüp tematik ve semantik bunalım yaratanların zerresine benzemez. Çünkü Rauf parfi’nin Türkistan’ı yitirilmiş güzel bir vatanın, Heideger gibi yurt içinde yurtsuz bırakılmış bir aydının paetik ve estetik arayışıdır. Kundağa sarılı bir bebeğin beşik ihtiyacı gibi bir şeydi bu. Türkistan onun için yitirilmiş, sömürülmüş ve kişiliksizleşitirilmiş bir vatandır. O, Türkistan’ı şiirleriyle huznun ve hüsnün tülüne sardı. Hakikiydi ve değerliydi.
“Hâtırat mezârı Türkistan mengü” derken ne kadar derin bir hüznün lirizmin sesi olur! Önce şairdir o.Şairden önce de insandır. Asil, bilgili, yürekli, cesur, görgülü, acıklı ve vicdanlı bir “cedidci”dir. Nemacı açgözlere ve gayri insani mürailere karşı ömrünü inançları uğruna harcayanbir serdengeçtidir.”İnsan menem özge unvan istemem”dedi, bunun için. Türkistan, turan ve erkinlik mücadelesini “duyarlı, hisli, fedakâr, samimi ve yürekli bir insan” olarak verdi. Vietnam’a da iir yazdı, Kamboçya’ya da, Türkistan’a da.
Onun en sert şiirlerinde bile bir yüreğin sıcaklığı sezilir. O, yuvasını elinden alan avcılardan nefret etmek yerine yuvasına kavuşmanın türküsünü söyledi. Hicrette olanların, yananların, dört duvar arasında çürütülenlerin, ıssız caddelerde kurşuna dizilenlerin şiirini söyledi. Şu mısralarda olduğu gibi;
Hayrete düştüm bugün/ Bu gövde içinde/ Mezârlar köp/ Ne kadar
“Gözümün önünde ölen adam benim” diyen şair büyüktür, güzeldir. Rauf Parfi, mücadelesi uğruna evlad ü ayâli, Sakine Ana’yı bile çoğu zaman unuttu.Acılar önünde olduğu için hep ileriye batkı. Bir mecnun gibi aylarca evinden kopup gitti.Onun Kızılelma’sı özeldi.Akpak duygular büyük bir aydınlık zihin ve yürekte çalkalanıyordu. Sanki içinde kelimeler yanıyordu. İnsanlık trajedilerine katılmak, katışmak, hissetmek ve ortak olmak istiyordu. Nerde ne varsa orada, nerede kim öldürülüyorsa yanında, nerede zulüm varsa karşısında yer aldı.1982 yılında, dostuna yazdığı şiirde onun derin ve geniş dünyasını hissediyoruz:
Bugün yine seni esledim dostum/ Merhum dostum senden soraymen tekrar/ kim evvelrak öldü, men mi yaki sen mi?
Sibirya’da ölen Abdullacan’ın tabutunu beklerken belki de Türk Edebiyatının en güzel ağıtlarından birini yazdı.Abdullacan’ın yirmi beş yaşını, kendi yirmibeş yaşına katarak birden elli yaşına erdiğini söyledi.Bunu “Yigirmi beş yaşımnı koştum/ Yigirmi beş yaşıngga senin/Hadden ziyâd bu elem dostum/ Bugün ellik yaşım bar mening”mısralarıyla anlattı. Büyük acısı sanki Türkistan’ın simgesel acısıydı. Kendisi yoğun ve derin teessürler yaşıyordu. Bu mersiyede şiirini zirvesine çıktı. Abdullacan şahsında insanla, insanlıkla aynileşti, ölüm felsefesine ulaştı. Ona göre öyle bir hâl oldu ki “ ölümün kendisi de ağladı.” Bu büyük ağıttan sadece üç dörtlüğü paylaşmak istiyorum:
Poezd çapar, poezd çapar/ Poezd çapar Sibir’den/ Abdullacan cansız yatar/ Tabutları temirden.
Bozlar âsmân bozlar âsmân/ Bozlap berse bozturgay/ Közlerini Abdullacan/ Bir dem açsa ne bolgay
Nefes almay ul uhlaydı/ Göğsünda sağ eli/ Yel yığlaydi, el yığlaydı/ Yığlar özi hem ölüm
Bir insana bakar gibi, bir haksızlığı tartar gibi, bir manzaraya hakkını verir gibi baktı, milli hamasi meselelere. Pitoreks duygu ve duyarlılığı, senfonik mısraları, ölüp giden dostlarına yazdığı yakınıcı ağıtlarla, çok uzun yaşamadığı hâlde güçlü hasretlerin içinde bir şairdi o. Unutturulan, örselenen tarihi kimliği ararken, bilgisi, sanatı ve cesaretiyle bir sorumlu aydındı. Rauf Parfi “aytsam tilim küyedi, aytmasam dilim(Söylesem dilim yanar söylemesem içim)dilemmasını yaşadı ama ayttı(söyledi).Sanki “Varsın dilim yansın” dedi. Hapse atıldı, tartaklandı, dövüldü. Hayat çizgisini çıkaran dostları bu konuda şunu belirlediler:
“ 1963.Erk adalı birinci kitabını hazırlar. Kırım Tararlarının vatanlarına dönmeleri için verdikleri mücadelelere katılır. Bir otobüsün içinde tanımadığı kimseler tarafından dövülerek başı yarılır. Hastahanede tedravi görür. Ölümden döner.”
Dilinin yandığı başka bir olay da şöyle anlatılır
“1966.Herkesin gözü önünde dört genç ayaklarını bağlayıp ağzına pis bir bez parçası tıkayarak bir dostunun evleneceği kızına tecavüz ederler.1968. tanımadığı kişiler tarafından yine tartaklanır. 1984 yılında Türk Dünyası Şiiriyatı kitabını hazırlar. Gülistan lokantasından çıkarken milisler tarafından dövülür. Tarihi unutulan bir zamanda da evinde tek başına yaşayan yaşlı annesi Sakine Hanım da yerlerde sürüklenerek dövülür.”
Onun zihin ve ruh dünyası içiçedir. Bir bakıma düşünce, duygu ve heyecanın birleşimini görürüz onda.Şair düşüncelerini gerektiği kadar duygululaştıran adamdır bir bakıma.Parfi’nin şiirlerinde hep bu sentezi gördüm. Onu empatik yolla da anlamaya çalıştım. Ferdi olarak denenmemiş, yaşanmamış çok farklı bir sistemin şartlarını anlayıp şifresini empati kurarak çözmek nerdeyse imkansızdır. Tabir caizse farklı birer küme olan insanın empati yapabilmesi ortak elemanlarının var olmasına ve sayısına bağlıdır. Sovyet’i yaşamadan onun savunucusunu da karşı koyucusunu da anlamak zordur. Anlayışımız, mantığımız yaşadığımız hayatın içinden çıkıyor. Buna rağmen yine de “arka plan bilgileri” bir miktar işe yarayabiliyor. Edindiğim arka plan bilgilerinin önerileriyle Parfi’yi “kendinden menkul bir sırr”ın içinde mi arıyorum acaba?
Duygularımızın kaynağında sempatilerimizin varlığını inkar edemem. Belki de bizi Batılı düşünce ve mantık anlayışından ayıran başat özellik bu.Bu cümleden olarak ben elbette Rauf Parfi’ye “sübjektif pencere”mden bakıyorum.Onun özel dünyası da baştan sona kadar kendi sübjektif bakışının şiirleriyle doludur.Şair fikirleri duygu ile saran kişidir aslında. Ben de bu sargıyı anlamaya çalışıyorum. Sosyal gerçekçiliğin katı bir hayat görüşü olarak propaganda edildiği bir sistemde Taşkent’te kurşuna dizilerek öldürülen(1938 -4 Ekim) Abdülhamid Süleymanoğlu Çolpan “ Lirik şiir yazmak yoluyla Sovyet sanat gerçekliğine kafa tutuyor ve burjuva edebiyatını yüceltiyor.”diye suçlanmamış mıydı? İşte Parfi kendi duyuş tarzı içinde nesnel âlemi de lirik bir duyarlılıkla anlattı ki gerçek şairin de görevi bu olsa gerek.Hem şehit yazarlarla ülfetini hem de büyük şiir gücünü göstemesi bakımından onun Çolpan’ın meşhur bir şiirine yazdığı “tahmis”ini hatırlamak gerek:
ABDÜLHAMİD ÇOLPAN’GA MUHAMMES
Yüzleşding belâlarga elemler içre közleşding
Özing küyding özing yandıng özgeler hakkı özleşding
Bu kul bâzârında yaralı kumrular kebi bozlaşdıng
KÖNGİL SEN BUNÇALAR NEGE KİŞENLER BİRLE DOSTLAŞDING
NE FERYÂDING NE DÂDING BAR NEÇÜN SEN BUNÇA SUSTUNG
Közümge hak-i Turan’ım âzâdlık ışığı inmez mi?
Bu künlerden ümit yok mu? Yolların kara türmes mi?
Hazân bolgan bahâr sen mi nişân hürlükden ünmes mi?
HAKÂRET DİLNİ AGRITMAS TÜBENLİK MENGÜ TİNMES Mİ?
KİŞENLER PARÇALANMAS MI KILIÇLAR ENDİ SİNMES Mİ?
Allah Allah yığlayursen bulutdek bağr-ı sûzânsen
Münevversen mükerremsen risâlet tuğunda şânsen
Sen Ka’bemsen Türkistansen hunumsen ahir kansen
TİRİKSEN ÖLMEGENSEN SEN DE ÂLEM SEN DE İNSANSEN
BOYUN EGME KİŞEN KEYME Kİ SEN HEM HÜR TUĞULGANSEN
Bilindiği gibi muhammes, iki mısradan oluşan bir birimin başına üç mısra eklemekle oluşturulan bir türdür.Çolpan’ın meşhur “Kişen(Zincir)” şiiri hürriyet isteğini simgeliyordu. 4 Ekim 1938’de onun kurşuna dizilmesine sebep olan şiirlerinden bliriydi Kişen.
Bedenen zayıf insanların sanki sinirleri gözükür. Ali Nihat Tarlan, sanatçının dili için “sinir cümlesi”ifadesini kullanır. İçselliği yansıtan bir ifade bu. Parfi bana hep “sinir” ve “sanatta sınır”cümlelerini hatırlattı. Onun sözü; bedeni, siniri. Kalbiydi; bedeni de siniri, kalbi, sözüydü. Bütün hayatı bu sanatın adanmışlığı içinde geçti, bütün hayatı buydu. Siniri cümle oldu, mısra oldu. Bütün hassasiyeti ile döküldü duyguları. Bir manyetik alan oldu benim için sözleri. İçine girince hiç bitmeyecek gibi göründü bana mısraları. Duygunun ve dilin sınırını, sinir cümleleriyle yakalamış gibiydi. Tılsımı kuvvetli bir muskaydı sanki söyledikleri.” Mavi sularda boğuldu çocukluğum.” dedi. Gelin açın bakalım bunu! Birçok kere boğuldu o,birçok kere öldü, birçok kere yandı; içinde mezarlar birikti. Bizim çocukluklarımız boğulmadı mı?”Zaman” bizim de mezarlığımız olmadı mı? Bunu yakalıyor ve mısraya döküyor şair işte. Edebi evrensellik bu. Birileşiyoruz burada. Bu mavi suyun içinden semenden gibi bir çok milat yaşadı Parfi ve imkansızı gerçekleştirdi sanki. Karanlığa bırakılmış, unutturulmuş, hatırlanması bile ölümle cezalandırılmış ya da itilmiş kakılmış bir mazlum kimliği keşfedip peşine düştü o. Bütün tarihi iletişim kanalları kapatılmış yeni moda hayat tarzının taları ve acılarıyla zihin dünyası işgal edilmiş, ortak beslenme damarları tıkanmış bir boğucu atmosferde tarihini, kimliğini ve ve hakikatini aradı o.Zaman zaman evini bile unuttu. “Evlad ü âyâl”in eyyama yönelik istekleri ve zayıf omuzlarına binen alelade sorumluluklar onu bir dilemmada bıraktı. Zaman zaman evinden kaçtı. Tolstkoy da kendini bulmak için kaçmıştı. Hesse de Niçe de…Kızılelması olan Rauf Parfi, nasıl evde uslu uslu otursun da evlad ü ayâlin maişetiyle ilgilensin.O daima bir yerlere ve bir şeylere gitti.Sanki davalı, idealli bir Amok koşucusuydu. Çünkü ölene kadar gitti o.Durdurdular, şiirleriyle gitti. Kırımlıların, Ahıskalıların ya da Ermeni saldırılarına uğrayan Azeri türklerinin yanına koştu. Gazilere ilaç ve yemek taşıdı. Litvanyalı hürriyetçilerin de yanında oldu. Türkiye’de kürsülere çıkıp davası için nutuk attı. Sakine anasının kaygılarını yürek parçalayıcı rücu şiirleriyle paylaştı. Kimi zaman afacan bir çocuk gibi sokuldu ve nazlandı anasına. Ona şiirler adadı ve onun için şiir yazdı. Bunlardan birinde şöyle seslendi anasına:
ANAMGA HAT
Eşitdim anacân hafa emişsen
Keçir(Affet) aylap senge yazalmadım hat
Gerçi muhabbetden tilerdim ihsân
Yaruk(aydınlık) künlerimge bolgandım ilhâk.
Yüzümge nefesing urulur ılık
Acib yaruklukka tolmakda hâne
Suretim karşıda dualar kılıp
Tağın yığladınnnnnnnnn mı müştiper ana?
Köksimde Türkistan şu aziz vatan
Bu kadar teşvişler yutmagil bağrım
Öksük atam gibi hâli hem zaten
Kalkınıp kalkınıp turipdi şehrim.
Bilürmen… sırrı fâş etmek yaman
Oğlungga bu yolda bardaşlar tile
Bazen tapgenimni içip koyamen
Sırrı fâş etmeden ülfetler ile
Bırak eh bilmeymen güya ki simden
Kimdir takip eder meni biâmân
Kandaydır bir kimse belki hakkımda
Hünük latifeler tokıydı yalgan.
Ana küylenmegen bir küy isteymen
Ve lekin aldakçı hisler alur cân
İhtimâl kalemni bikâr kıstaymen
Neteyin rastını aytgil anacân
……………………………………………..
Bilürmen yolumda gıcırdar taşlar
Za’ferân küz yanlıg hayâlim takır
Şeherning kavgalı tinçini taşlap
Uzak vakt yanınga barmadım ahir.
1964 yılında yazdığı farklı biçimdeki bir şiirinide ise şöyle seslenir:
Ana mening hakkım köp(çok)
Maziden, hazıdan ve kelgüsiden
Ana mening hakkım köp
Aynıksa özümden
Birinçi yanışlar…
İkkinçi yanışlar
Üçüncü…
Yol ese uzun
Âh uzun
Bazen hafâ körinesiz oğlunuzdan
Hakkımnı
Ten almaysız bazen
Ana mening hakkım köp
Kuyaşdan
Güllerden
Ve sizden.
Doğrusu Parfi, ne güneşi, ne çiçekleri ne de annesini yaşadı. Güneşle, çiçekle, annesiyle olma zamanını çok bulamadı,o. Maşeri bir vicdanın sesi oldu ve hep onun ardından gitti.Koptu ve maverasına gitti.
Özge dertlerini anlatması zordur şairin. Damara girmeyenler kanın akışını, sıcaklığını ve ritmini nereden bilecekler? Bir mücadele adamının da hele hele o bir şairse bilinmez yalnızlıkları vardır. Böyledir ama bazılarının yalnızlıkları bir inziva, bir çekiliş değil üretken bir döl yatağına sığınmak gibidir.Vücudunun üç milyardan fazla hücresinde “altı kıta ve bütün bir Türkistan”ı saklayan şair, Sanatkar adlı şiirinde “Kimlerge şerh-i hâl eyler biçâre/ Pinhân dertlerini kim tınglaydı kim?” diye sorar.Sovyetik şiirlerinde bile gizliden gizliye evrensel duyarlılığı mısralaştırır da beşeri kaygıları ,ferdi çığlıkları ve ruhun feryadını hissettirir.”Men yalgızım,âvâzım yalgız” der başka bir şiirinde.Bazen dostları ölünce ya da öldürülünce yaşamaktan bile utanır. Bir taşla şöyle konuşur o zamanlarda:
Sen köp yaşadıng büyük taş/Yaşayberesin hâli uzak uzak/ Köp yaşap koyganımdan uyalamen men ise(Sen çok yaşadın büyük taş. Şimdi de yaşıyorsun uzun uzun.Bense çok yaşadığımdan utanıyorum şimdi.)
Buzlu bir gecede, duygularını; yalnızlığın ve kozmik atmosferin içinden şiirleştirir: “Ay süzer muzlagan keçe/Kar üfürür/ Tumanlarda bir yulduz munça/Gamgin tutar/ Alısda yal yal yangan/ Nime eken ul/ Yürü o tarafa/ Ey güzel sürur/Kim yaşırdı yalgızım/ Tünni közingge/ kar kebi musaffa/ Kümüş yüzingde mısraları yalnızlık lirizminin, kozmik sessizliğin mistiğini hissettiriyor insana. Tabiat şiirleri Parfi için bir tedavi aracı gibidir. Özellikle yağmur sesinden çok etkilenir ve onu senfonik bir müzik gibi algılar ve yazar.Yağmur “musaffa”nın simgesidir sanki.Yoğun ses benzeşimler ve tekrarlarla canlı bir ritim kazanır yağmur sesi. Yağmur onun sevinçlerine ve kaygılarına yağar aslında:
Yamğır yağar şığalap yağar
Tamçılar tamçılar saçımga
Yamğır yağar şığalap yağar
Hem gaygumga hem kuvançımga
Yamğır yağar şığalap yağar
Men unga açamen bağrımnı
Yamğır yağar şığalap yağar
Este unutamen yamğırnı
Yamğır yağar şığalap yağar
Ahir meni esir eder ul
Yamğır yağar şığalap yağar
Yağa başlar kağazga köngül (1965)
Rauf Parfi, insanla ve davasıyla oldu hep.”Satkınlar öldürdüler/Şairni, insannı” derken neden çocukluğunun mavi sularda boğulduğunu,neden içinde birçok mezarın bulunduğunu iyi anlarız. Bakınız şairi ağlatıp sızlatan ve yandıran, onu ezgilere döktüren neymiş?
Şâirni küyletgen tabiat emes
Şâirni küyletgen hazret-i insân
Yaratanın aşkına insana “hazret-i insan” diyor Parfi. “Merdüm-i dide-i ekvân olan âdemsin sen” diyen Şeyh Galip’le ruhdaş oluyor burada şairimiz. Muhabbetinde “Sening günahlarını köz yaşlarım yuvsun”der o. Böylece de okudukça gözümde büyür Parfi. “Yandı âdem, yandı âlem, yandı dil” dedi ve yandı kendisi de. Ölenle öldü kalan hainle savaştı.”Meni taşlap kayga ketding dostum” diye feryad eyledi. Elveda deyip gidenlerin ardından şöyle seslendi:
Sen ketip barasen elvidâ aaytıp
Men ese izleymen özimni özüm.(1973)
……………….
Oyçan keçe tün içre tenhâ
Rauf Parfi kaldık ikkavlan
Bir mehrge toymadık asla
Bir yarukluk izleymen her zaman(1965)
Gerçek bir şair olarak kaldı. Sözü yalama olmadı hiç.Sıcak ekmek gibi şiir aradı:
Bir şiir kerek nan gibi ıssık……./Menge bir şiir kerek ey mezban/Yazılmagan şiir erür dilim(Ey ev sahibi bana şiir gerek,gönlüm yazılmayan bir şiir benim) derken de nun hep sıcak ekmek gibi taze şiir aradığını anlarız.Gerçekten de insan,bir şeyleri arar, birşeyleri bekler.Şairse “henüz yazmadığı şiir”i bekler.Acaba yazılan her şiir yazılmayan o büyük şiirin girişi midir? Bakın Bethoven’e adadığı şiirinde ne der?
Hâzır song zarbe ile üzilecek tar/ Nehat her ne abes hammesi biter/ Ozing kolla meni ey büyük dehâ/Kanday saâdetdir bu songgi sadâ(1973)
Son bir darbe ile sazın teli kırılacak abes olan her şey bitecek. Müziğin dehasına sığınan şair, onun ikliminde son sadanın büyük saadetini hisseder. En son sada nasıl bir saadettidr?Şair de en son şiirini bekledi demek ki.Yazdıklarıyla yanan bir şairini serinliği onun “hayal alemi”nde müstakbel şiirinin lütfudur belki de.Onun içindir ki efsaneler söyleyen gecelere ihtiyaç duyar parfi: Kanda yedi eslemek mahâl/ Efsaneler aytgan keçeler” derken de hayallerine ve düşlerine vurulan darbeleri hisseder.
Hayatı boyunca Türkistan’ın mücadelesini yaptı. Bir dava adamı olarak daima iyimserdi; bir şair olarak ise zaman zaman acının,hüznün lirik sesi. Rauf Parfi’ye bu,belki de bizim iyi fark edemediğimiz yoğunlukta bir “ikircil sancı” çektirdi.Saf bir ideam adamının ihaketleri yaşaması zordur.Siyasi dalgalara göre değişen insanların ve onu anlayamayan ayalinin kayıtsızlığı da.Onu içine çekmek isteyen günübirlik hayatın iaşe ve ibade sorumluluğu ile yüreği yazılmamış bir destan gibi şairin yazılmamış şiirini peşinde bir Amok gibi durmadan koşması arasındaki çelişkiyi hissetmek Parfi’yi anlamanın belki de yarısıdır. “Saçları akargan/Yarası kanağan âvâz” şairini kendisidir. Ona göre şair “ yaşlı genç”tir ve şairin sadece bahtsız olmaya hakkı vardır.Bahtsızlık aslında şairin fedakarlığıdır.Bu son derece özel bir anlamdır. Her ölenle ölen şairin “ Bunca gamlı olmasa efkâr” diyen şairin bahta talip olması mümkün mü? Tam buradaRauf Parfi,büyük şair Fuzûlî’yle birleşir. Fuzûlûlî’nin “ gam lirizmi” onda bahtsızlık kaderidir.Acıların insanlaştırması, acıların yaşatması gibi bir duygu bu.
O köhne yaş şair yine ölmekte
Fakat şair haklı bahtsız bolmakka(1982)
Bazen günübirliğin ve siyasi baskıların etkisiyle kendisini acı rüsgarların önüne atar.
Aççık şamâllarga atdım özümni/ Şamâllar okısın tenimni teşip(1982)
Muhakkak ki Rauf Parfi de Cemil Meriç gibi kitabı okyanusa atılan ağzı tıpalı bir şişeye benzetir.Günün birinde bir sahilde belki onu bir çocuk bulup okuyacaktır.Parfi de rüzgarın tenini deşip içindeki kitabı okumasını ister. “Aççık şamâl(acı rüzgar)onun yaşaadıklarıdır. Gaflette yaşayanlara karşı uyarı görevi, şairi çok yorar.1982’de “ Uygan ey âzât ruh,muzlap kalgan öç(Uyan hey hür ruh,donup kalan öç)”diye haykırır.
Rauf Parfi,”büyük muhabbetin kanlı bir nişanı” gibidir.Büyük ruhları,büyük sanatçılar,büyük şairleri ve yazarları tanır.Gerçek anlamda bir tanımadır bu. Tanımanın ötesinde ruhtaşlık, iştirak enerjisi, manevi birleşme.Büyük ruh insanlarıyla “hemhallik ilişkisi”kurar.Adlarına, anılarına şiir yazdığı ya da yazdığı şiirleri ithat ettiği belli başlı sanatçı ve yazarların birz kısmı şunlardır:
Abdülhamit Süleymanoğlu Çolpan, hem bir şiirini tahmis etmiş hem de adına şiir yazmış,birçok yerde onu anmıştır.Çolpan 1938 yılının 4 Ekim günü Taşkent’in meçhul bir yerinde kurşuna dizilerek şehit edilen büyük Özbek şairi ve aydınıdır.
Osman Nasır, Stalinizmin kurbanlarından genç lirik şair “ U kurbanı boldı deysen mi/Sokır zamanlarnıng vahşeting” diye anılır.
Abdullacan, kardeşidir. Sibiryada askerlik yaparken ölür. Trenle gelen tabutu beklerken “ Abdullacan Mersiyesi”ni yazar. “ Kuşlar kuşlar katar katar/Kuşlan uyga kaytıngız/ Abdullacan kaytmas zinhar/Yâr dostlarga aytıngız” diyerek bekler tabutu.
Darağacına “Selamünaleyküm” diyen Azerbaşcanlı Rüstem Behrudi’nin selamını “ Haykırıp yatıptı büyük mezarlar/Esselamün aleyküm darnıng ağacı”diyerek alır.Birliğin olmadığı yerde dirlik olmaz.Darağaçları gafletin simgesi gibidir.Şair ona meydan okur.Parfi’nin bu konudaki sitemi ile korkusuzluğu, meydan okuyuşu yan yanadır:
Türkiler aytıngız bizde nime bar
Bizde bar mu’telik kulluk azarlar
Bizde bar kollardan ketgen ihtiyar
Menhus kimselerning talan taracı
Haykırıp yatıptı büyük mezarlar
Esselamüaleyküm darnıng ağacı
Türkiler aytıngız bizde nime bar
Bizde yok ittifak yok birlik
Ayak astındadır insanî hukuk
Bu Türki âlemning kutluk miracı
Ayak astındadır mukaddes hürlük
Esselamüaleyküm darnıng ağacı
Hakkında şiir yazdığı şiir ithaf ettiği insanlardan biri de annesidir.”Baht ve Teşviş” şiirini “Anam Sakine İsa Kızı’ga”sözüyle annesine sunar. Ödemesi mümkün olmayan borçlarından söz eder. Annesinin kaygıları şairin kaderidir. Vatan gibi. Türkiskan gibi bahtı da kaderidir. Annesine zaman zaman dönüşü psikolojik telafidir. Annesi yaşlı ve yalnızdır. İdeali ile annesine karşı olan görevi arasında hep mütereddit yaşar.
Azizhan Kayum’a ithaf ettiği şiirde(Bitiktaş) Bengütaşlardaki “gönlümün sırrını ebedi taşa vurdum” sözü gibi derin, hüzünle dolu ve lirik bir eda sergiler.Turan adlı mukaddes idealden söz eder.Şu mısralar Bilge Kağan’a atıftır: “ Unga karaymen ve bir his tuyamen(Ona bakıyorum ve hisleniyorum)/Bu yurtum timsali mengülük taşdır(Bu yurdum misali ebedi taştır.) /Yüregim taşıga şe’rim oyamen(Yüreğimin taşına şiirimi oyuyorum)
Rauf Parfi’nin adına şiir yazdığı isimlerden biri de Tevfik Fikret’tir.”Tevfik Fikret Kitabi’ga Yazuv”adlı şiirinden bir bölüm şöyledir:
Men uhlaymen men uhlaymen
Este yumgaymen közim
Tüşlerimde men yığlaymen
Sen külüp tur yulduzum(1990)
Şiirini adadığı şahısların çoğuTürkistan kaynaklıdır.Gelişigüzel adamalar yapmaz. İtibar kazanmak veya çıkar sağlamak için de adamaz şiirlerini. Mesela Mirtemir’e adadığı şiir “ Türkistan Yadı” adını taşır. Şiirde,”Ana Türkistan”,” hâtırat mezarı Türkistan”,sabır darahtı Türkistan” gibi ifadeler kullanır.Ana damarı Türkistan’dır. Güzel Türkistan, Ana Türkistan, Ulu Türkistan’dır. Vatan da Türkistan’dır.
“Dışarıdaezgin ezgin appak appak löppi löppi kar”yağarken Berid İyenş’e “vatan”hakkında bir “mektup şiir”yazar. Serbest biçimde yazılan bu şiirde onun vatan felsefesi derinliğine ve lirik çağrışım ögeleriyle güzel ve etkileyici verilir. Birlik düşüncesi bir şuur hâlidir onda.
“Hâtıramnıng içinde parçalanır arralanır kesilir
Özbegim, Tâcigim,Kazagım, Kırgızım
Türkmenim,Uygurum,Âzerim,Türküm
Hâtıramnıng içinde soyulgan Türkistan
Men şunday tüşünemen vatannı.
……………..
Bu büyük millet edi bu büyük devlet edi
Dünyanıng sevikli vatanı edi
Yok endi,yok endi, yok endi
Men şunday tüşünemen vatanı Berid
Darazamnıng nerigi tamanıda ese heman
Kar yağmakda
Appak appak löppi löppi
Uzun uzun kar(1980)
Kaybedilmiş bir vatanı, lapa lapa yağan bir kar imajıyla düşlemesi ilginçtir.Burada tabiat ve vatan birleşir.
Almanya’da yaşayan Baymirza Hayit, Parfi için çok eğerli ve önemli bir şahsiyettir.1990’da yazdığı “Ana Türkistan”şiir kitabını bu hürriyet mücahidine şu sözlerle ithaf eder: “Bütün ömür Türkistan istikbali üçün küreşip yaşayatgan muhterem üstad Baymirza Hayit’ge bağışlaymen.”
Rauf Parfi’nin adına şiir yazdığı kişilerden biri de ünlü Rus şairi Aleksandır Blok’tur. Blok’a adadığı şiir sanki bir Fuzûli duyarlılığının en güzel örneklerinden biridir.Onun bana göre en hisli şiirlerinden birinin iki bölümünü alıyorum:
“Kara bulutlarıng oynar âsmân
Alıs(uzak) yulduzlarıng sırlı şu’lesi
Tumanlı sahilden ünder begüman
Bu solgun şe’mlerning iğneli sesi.
……….
Yalgız men mi ahirderd bar hemderd yok
Bu yalgan dünyada men yalgız emes
Ne kadar tınıktır zengarîdir kök
Ne kadar şirindin uzundır nefes
Rauf Parfi büyük felsefi ve edebi şahsiyetleri konu ettiği zaman adeta onların “avra”sına girer ve felsefi lirizm tabir edeceğimiz bir deyişe ulaşır.Mikelanjelo Sevgisi adlı şiiri de böyledir. Sadece onun sevgisine sığındığını bir ılık nefes halinde söyler:
“Barlık yansa kuyaş aylansa külge
Yulduzlarnı tügme kebi yulsalar
Mening büyük sevgim bir bara külgin
Kahkahang yoklıknı dehşetge salar
Allahnıng işige hayran kalamen
Kanlı tavuşlarnıng rengi:Öldür, as…
Otlarnıng içinde küyüp yanamen.
Rauf Parfi daha bir çok kişiye şiir yazmıştır.Bu şiirlerde iki yol izlemiş ya şahsiyetin adını şiir başlığında kullanmış ya da adı başka bir şiiri ithaf etmiştir.Adadığı şiirlerin hepsinde samimidir.Çıkarı için duygularını yani şiirlerini satmaz o.Daha çok, öölen, öldürülen, büyük haksızlıklara uğrayan kişileri hatırlar ve şiirinin havasına alır. Trajik ölüm ve öldürmeler onu trajik duyum ve duygulara iter.Böylece de en samimi şiirler ortaya çıkar. Leons Briyedis’e “ Sonsuz kökke çökken şiiriyat yadı” olarak seslenir bunun için. Cevapları trajik, saklı sorular sorulur bu şiirlerde.” Köhne –Yaş Şair”şiirinde “ Neçün kandır uvullep turgan boran/ Savuk cimirleydi uykusuz derya/Tumanlarda kan rengi neçün”der onun için.”Bozargan ulu yaş este solmakda…/U köhne şair yene ölmekde” gibi mısralarda onun içtenliğini ve yüksek duyarlılığını sezeriz.Ölenle ölen ve hak etmeden kalanlarla rahatsız olur Parfi. Şuhret Abdürreşit’in kabrinde merhuma şöyle seslenir.Dokunaklı,sitemkar, yapyalın duygular şöyle dillenir :
Ölgen öldi, ketdi/Sen dostlarıngga hıyanat kılgandın mı dostum/Bilmedim…….. Ölgen öldi, ketdi/ Vatanıngga hıyanat kılgan mı sen ahir?/Bilmedim./Hammesini kılışar(Hepsini yapar)/ Ölmegenler(Ölmeyenler)/Ölgen öldü ketdi.(1990)
Ölenler ölüp gittiler. Şairin saydığı bütün o ihanetleri belki de vefasızlıkları yaşayanlar yapmaktadır.Bu şekilde zamandan yakınma Parfi’de dramatiktir. Burada zulmedilen, öldürülen, itibarsızlaştırılan kimsesizlere, hürriyet şehitlerine işaret vardır. Namusluların öldüğü ya da öldürüldüğü namussuzların ise saltanat sürdüğü bir dünyanın trajik çelişkisini her zaman hissetti ve zayıf omuzlarına bu yükü istekle aldı o.
Rauf Parfi, birçok kişiye daha şiir yazmıştır.Eduard Beydenbaum, Uldis Berzinş, Rolando Eskardo, Mukdibadh, Gafur Gulam, Nikolay Rubstov, Bayron, Viktor Hara (Şilili şair), Abdulla Arif, İsikava Takubakü, Karlo Kaladze, Pablo Neroda, Luis Moran (Ekvator şairi), Aybek,Van Gog, Cengiz Aytmatov,Nazım Hikmet bunlardan bazılarıdır.
Parfi; Türkçülük, Turancılık, milli bağımsızlık, Türkistan sevdası gibi kavramlarla hiç ilgisi olmayan Nazım Hikmet’i Türk olduğu ve Türkçe kullandığı için sevdi.Bu paradoks ilginçtir.Türkçe’nin ve Türklüğün sesi olarak gördüğü Nazım Hikmet’i Özbekçe’ye uyarladı.Onun ölümü üzerine yazdığı mensur şiirde bakınız Nazım’ın sadası ile Türkistan’ı nasıl bağdaştırıyor:
Ketdi Nâzım/Keler Nâzım sadâsı/Kirpiklerim sakçılığında mening közüm/mening kuyaşım/Ana Türkistan’ım hasret yanlıg cennet yanlıg(cennet gibi)mening dünyam……./Nâzım…Nâzım/Ketdi Nâzım/Kaldı Nâzım sadâsı/Sadânıng aks sadâsı/Aks sadânıng aks sadası.
Nikolay Rubstov,Parfinin sevdiği lirik bir Rus şairidir. Onun hatırasına yazdığı şiirde hayatı,”ölüm hakkında düşünceler” olarak görür, anlatır.”Kar”, “bahar”,”gece” ve “tan” kelimelerini başarılı bir simge olarak kullanır. Kozmik dünya ile sürekli irtibatlıdır.”Makro kozmos”la “mikro kozmos”arasındaki ilişkiyi şiirlerinde zaman zaman bağdaştırır: Yaradılış kavramı onu çok düşündürür:
Kar astıda köklem tün koynunda tang
Ölüm hakkında oylardır hayat
Közlerimi yumsam
Körünür bir nokta
Kızarıp barar tâbâra
Bu hüzünlü şiiri Rubstov’a “ Sening bir mısra şiiring endi ebedi”diyerek bitirir.
Pablo Neruda’nın ölümü üzerine yazdığı şiirde de kaygı ve duygu yoğundur.”Kara meşale tutan meşum şeytanlar Neruda’yı öldürmüştür.
Korkaklar öldürdüler/Satkınlar öldürdüler/Şairni insannı
Şiirin sonunda heyecanını, tansiyonunu, alabildiğine yükseltir ve şöyle haykırır şair.
Yeter bes mersiye/Ey siz gaflet sofrasında çorlananlar/Ey siz kurbanlık için/Kuyaşnı soyganlar….Uni ölikler öldürdüler/Öldürdüler şairni insannı/Haykır haykır haykır âsmân/Pablo Neruda’nıng sonsuz âsmânı(1973)
O beyhude öldürülenlerle öldü sanki. İçinde büyük idealinin güneşi onu hem aydınlattı hem de yaktı.Parfi en sıkıntılı zamanlarında bile şiirin büyük ruh dünyasına sığındı.Hayatını zehir edenlere karşı savaştı.Mazlumun yanında yer aldı.”Türkistan” hayali nerdeyse her şiirine sindi.1990 sonrasında bu konuda cesaret bulanlardan ve nutuk çekenlerden değildi.1960’lardan beri ya açık ya da örtülü olarak Türklük, Turan ve Türkistan’la ilgili yazdı.Ömrünü buna verdi. Duyguların, düşüncelerini, ideallerini çıkar uğruna satılığa çıkarmadı. Hep inandı ve onu yazdı.Bu sebeple ona “Türkistan şairi”demek yakışır.Söz buraya gelmişken Türkistan konusunda yazdığı güzel şiirlerden birinde şunları söyler:
Ah Türkistan közüm yolungda
Sen ruhumda açıla kaldıng
Bir sır bolup saçıla kaldıng
Ah Türkistan közüm yolungda
Gözellerning gözeli Turan
Sevimlidir hem de mehribân
Ul hem tuğulgandır mehrimden
Gözellerning gözeli Turan
Dünya kadar sevgim bar senge
Bilmegenler aytar ul yok kü
Sen kaylarga yuripsen bugün
Dünya kadar sevgim bar senge(1965)
Parfi, hayalleri olan insandır. Hayaleri olan bir insanın rüyaları vardır. Gerçekle hayalin kesiştiği yerdir rüya. Düşünde düş gören Parfi şöyle der:
………………
Bugün bir tüş kördüm tüşümde
Buhara’da yürgen emişmen
Yüksek minareler başımda
Ayaklarım astıda gülşen
Buhara’da yürgen emişmen
Menle birge yürürmüş kuyaş
Erir emiş akar perişan
Muz asrından âmân kalgan taş
Yüksek minareler başımda
Menge haset bilen bakarmış
Asırlar bir demdeyçkarşımda
Sangan alav bolup akarmış(1963)
Rauf Parfi 2005 yılında sessiz sedasız dünyamızdan göç etti.Duyunca Yunus Emre’nin yakınması aklıma geldi: Bir garip ölmüş diyeler/Üç günden sonra duyalar.Ben bu büyük şairin, bu büyük insanın ebediyete intikalini bir ay sonra haber aldım. İçim çok yandı.Parfi’yi hayatta çok göremedim.Ona doyamadık tabir caizse. Cenazesine gödemedim çaresiz. Neyleyeyim! “Beyler utansın!”
Şimdi mekanın Türkistan’ın gülzarı olsun büyük usta.Sana büyük şairimiz Yahya Kemal’in mısralarıyla veda ediyorum: ”Tekrar mülaki oluruz bezm-i ezelde/Evvel giden ahbaba selam olsun erenler”
Rahmet olsun Rauf Eke, selam olsun.